13 Mayıs 2009 Çarşamba

"Çalışmayan Anne" Sendromu


İngilizcedeki "Stay-at-home Mom" terimi Türkçeye "Çalışmayan Anne" olarak giriyor. Adil olmadığını düşündüğüm, sanki evinden fiziksel olarak çıkıp para kazanacağı bir işe gitmeyen anneler günlerini çocuğuyla oynayarak, sevgi kelebeği şeklinde gezerek, çalışma hayatının stresinden uzak, huşu içinde geçiriyormuş gibi bir anlam barındırıyor "Çalışmayan Anne" terimi... Bu terimi kullanmayı sevmediğim için yeni tanıştığım insanlar bana "Ne iş yapıyorsun?" diye sorduklarında "Oğlumu büyütüyorum" diyorum. "İşim bu..."

Deniz doğmadan çok önce "Maddi durumum el verirse bir süre çalışmaya ara verip sadece çocuğumla ilgileneceğim" diye düşündüğüm ve eşim de benim bu görüşümü desteklediği için Deniz doğduktan kısa süre sonra işe geri dönmek gibi bir telaşım olmadı. Zaten Amerika'dan yeni döndüğümüz için halihazırda bir işim yoktu. Yıllar boyu "Başkalarına iyiliğim dokunsun" düşüncesiyle sivil toplum örgütlerinde çalışan ben Türkiye'deki sivil toplum örgütlerinin işleyişiyle henüz çok alakadar olmadığım için herhangi bir arayışa girmedim.

Her şeyin ötesinde evde çocuğumla olabildiğim için çok mutlu ve şanslı hissediyordum kendimi...

Ancak ipin ucunu biraz kaçırmışım sanırım.

"Amerika'da yaşıyor olsaydık temizlikçi kadınımız, bakıcımız mı olacaktı sanki? Ben heeeer şeyi kendim yaparım, çocuğumu da kimseye baktırmam. Hem işim ne, gücüm ne? Ben çalışmazken ne diye başkası baksın çocuğuma" diye başladığım çocuk büyütme misyonum meğer "Çalışmayan Anne Sendromu" olarak adlandırdığım bir hal almış.

Psikolojide hakikaten bu isimde bir hastalık tablosu var mı bilmiyorum, ama Deniz'in okulundaki, Deniz'den yakınmak üzere görüştüğüm psikolog, yaklaşık bir buçuk saat süren ve adeta benim için bir terapi seansına dönüşen bir görüşmenin sonunda bana "Sizin çalışmaya başlamanız lazım" tavsiyesinde bulununca tabii ki dumura uğradım.

"Ama... ama benim işim Deniz" diyecek olduğumda da "Zaten problem orada... Siz Deniz'i kendinize proje edinmişsiniz. Ve istediğiniz gibi şekillendiremediğinizi düşündüğünüzde de hayal kırıklığına uğruyorsunuz" diye bir tespitte bulununca işin ciddiyetini anladım.

Deniz'e son zamanlardaki bağırmalarım... Ardından "Çocuğuma nasıl bağırırım, ne biçim anneyim ben?!" diye ağlamalarım... "Deniz niçin bu kadar yüksek sesli? Bu kadar hareketli? Neyi yanlış yapıyorum?" şeklindeki sorgulamalarım hep bu yüzdenmiş meğer.

Yanlış yaptığım şey "çalışmayan" ya da "evde oturan" anne olmanın artık bana fazla geldiğini, özellikle Deniz okula başladıktan sonra kendimi iyice boşlukta hissetmeye başladığımı fark edememekmiş.

Başkalarından yardım almanın ve Deniz'den zaman zaman uzak kalmanın beni kötü bir anne yapmayacağı gibi Deniz'in de psikolojisini bozmayacağını, para karşılığı çalışıyor olmasam bile "çocuğunu büyütmek için işi bırakan anne" pozisyonun en az "çalışan anne" kadar yorucu olduğunu, ben "çalışan anne" olsaydım da doğru ayarlarla Deniz'in normal bir şekilde büyüyebileceğini görememekmiş.

"Çalışmak zorunda olsaydım Deniz'i başkalarına bırakacaktım", ya da "Amerika'da yaşıyor olsaydım tek başıma altından kalmak zorunda olacaktım, öyleyse şimdi neden yapamıyorum" türünden kıyaslamalara girmek, fazla mükemmeliyetçi olmak ve olayları fazla analiz etmekmiş.

Ama en büyük hatam oğlumun sadece 2,5 yaşında olduğunu, daha da önemlisi onun başlı başına bir kişilik olduğunu fark edememek ve istemediğim bir hareket yaptığında onun gelişmekte olan karakterine vermeyip "Ben nerede hata yapıyorum?" diye düşünmekmiş.

Şimdi -içim sızlayarak da olsa- haftada dört gün okula gidiyor Deniz. Daha bundan bir sene öncesine kadar "3 yaşından önce yuvaya falan vermem" diyen ben haftanın dört günü 2 buçuk yaşındaki oğlumu sabahtan öğlene kadar başkalarına emanet ediyorum. Çalışmayıp para kazanmayan bir anne olmanın da ötesinde, kocasının çalışıp kazandığı parayı oğlundan uzak olmak için harcıyor, ve bunun "OK olduğuna" ikna etmeye çalışıyorum kendimi... Çünkü fark ettim ki sadece "birisinin annesi/dadı/temizlikçi/aşçı" kimliğinde yaşıyor olmak mutsuz ediyor beni... Fark ettim ki, sabah evden çıkıp işe gitmesem de günün sonunda "Bugün kendim için ne yaptım?" sorusunun cevabının "Hiçbir şey" olmaması gerekiyor.

Artık biraz daha kabullendim. Deniz'i okula götürürken hala suçluluk hissetsem de, biliyorum ki bunun sonu yok. Çalışıyor olsaydım da oğlumu bırakıp işe gitmenin verdiği suçluluk hissiyle boğuşacaktım. Anne olmak bu herhalde... Hep "Çocuğum için en iyisini yapmıyor muyum acaba?" şüphesiyle yaşamak.

Varsın, o da olsun.

5 yorum:

  1. Elif'cim, ben bunu okuyunca uzuldum simdi. Neden evde oturup boyle hissedesin ki? Sen yurt disinda master yapmis, is tecrubesi olan, zeki, caliskan bir arkidesimizsin. Seni de en kisa zamanda Destiny's Child'in "independent woman" sarkisiyla bagdastirmak ister bu deli gonul. Yani tabii ki bu benim nacizane fikrim, hayat senin. Yeter ki mutlu ol, ve mutlu et...

    YanıtlaSil
  2. Aa, yukarida Adsiz diye cikmis; Uygar ben Uygar!

    YanıtlaSil
  3. Mommy Burnout oldum sanırım (bu benim kendi teşhisim), bu da geçecek...

    YanıtlaSil
  4. aynı şeyleri bende yaşadm yaşıyorum kızım 3,5 yaşında.. okurken yazıyı sanki kendi yazsam ancak böyle olurdu dedim..kızımı kreşe yolluyorum bende (ki anaokuluna kadar kesinlikle ben bakacağım derdim)... paylaşmak istedim sevgiler.. tavsiye kitaplarda çok güzel bu arada ...özlem

    YanıtlaSil
  5. Sevgili Özlem, yorumun için teşekkür ederim. Bu ayki anne-çocuk dergilerinden birinde "Çalışan Anne Sendromu" işlenmiş, ama kimse biz "Çalışmayan" annelere değinmiyor! :) İşin şakası bir yana, benim gibi hisseden başkalarının olduğunu bilmek çok güzel. Teşekkür ederim paylaştığın için. Kitap tavsiyelerine de sürekli yenilerini ekleyeceğim. Sevgiler... Blogcu Anne

    YanıtlaSil