19 Haziran 2009 Cuma

Taşındım!

Artık benim de mini mini bir web sitem var: blogcuanne.com

blogcuanne.blogspot.com adresi hala bana ait olmakla beraber terk ediyorum. Bundan böyle Blogcu Anne'de yazacağım.

Buluşalım...

16 Haziran 2009 Salı

Taşınıyorum!

Bu blog işine nasıl girişmiştim? Ne yapacağım, ne edeceğim derken bir arkadaşım "Neden blog tutmuyorsun?" diye sorunca ben de "Hakikaten, neden ki?" diye şaşırıp, akşam internetin başına geçip, blog deyince karşıma çıkan ilk siteye girip, "Ben kimim?" sorusunu 1. Anneyim, 2. Blog tutacağım, öyleyse Blogcu Anneyim şeklinde cevaplayıp yazmaya başlamıştım.

Ne yazacağımı, nereye varacağını bilmediğim için de sitenin teknik özellikleri, yok etiketleri, kategorileri hiç önemli değildi. Bu yüzden yazmaya başladıktan kısa süre sonra "Blogger yetersiz kalıyor, Word Press çok daha profesyonel, iyisi mi ona geç" türünden salık vermeleri ben de salıverdim.

Ama baktım ki Blogger hakikaten yetersiz. Ne koyduğum resimleri oradan oraya istediğim gibi taşıtıyor, ne konuları istediğim gibi kategorize ediyor. Bir şey değiştirmeye kalkıyorum, bütün yazının formatını alt üst ediyor.

Ben de Word Press'e taşınmaya karar verdim.

Son birkaç gündür hummalı bir çalışma içindeyim. Yazmış olduğum tüm post'ları tek tek Word Press'teki bloguma taşıyorum. Az kaldı.

Yakında yeni "yerimden" yayın yapmaya başlayacağım.

Taşınmak hep yorucu... Ama bir o kadar da heyecan verici.

15 Haziran 2009 Pazartesi

Büyümeye meraklı çocuklar...

Elif: Deniz'ciğim, Yemeğini yersen büyürsüüüün, kocaman adam olursun.
Deniz: Hayır, büyüyüp adam olmak istemiyorum!

Elif: E, Peki ne olmak istiyorsun?

Deniz: Küçük kalmak istiyorum.


Deniz'le aramızda genellikle İngilizce gerçekleşen bu diyalog haftada birkaç kere tekrarlanıyor. Her ne kadar Deniz bunu sırf inadından söylese de, oğlumun küçük kalma isteğine pek de itiraz edesim gelmiyor açıkçası. Deniz'in büyüme hızı beni hem şaşırtıyor; hem de bebekliği elimden kayıp gidiveriyormuş hissi beni panikletiyor. Önceden süt kokan kafası artık kirlenince basbayağı kötü kokuyor. Bebekken yumuk yumuk olan ayaklarının altı dümdüz oldu bile... Giderek sarf etmeye başladığı büyümüş de küçülmüş laflarına başlamak bile istemiyorum. (Babası onu havaya fırlatırken "O kadar yükseğe fırlat ki başım aya değsin!" gibi!)

Sırf bu "hemen büyümesin" telaşından olsa gerek, hep 'sevimli' giydirmeye çalışıyorum onu. Gerçi erkek çocuğunu "büyümüş de küçülmüş" gibi giydirmek çok kolay değil. Konu kızlara gelince başka...

Cumartesi günkü Hürriyet'te bir haber vardı. Milli Eğitim Bakanı Nimet Çubukçu Ankara'daki bir okulda karne dağıtmış. Okulun 6 yaşındaki anaokulu öğrencilerinden biri de ona çiçek vermiş. Ben habere değil de, haberle birlikte yer alan resime takıldım. Nitekim Çubukçu'nun kucağında poz veren "6 yaşındaki anaokulu öğrencisi" yapılı saçlarıyla, rujlu dudaklarıyla değil 6, 16 yaşından daha büyük görünüyordu.

Hadi kız çocuklarının böyle bir ilgisi var. Ama bu kızcağızı giydiren annesi, onu muhtemelen Bakan'ın kucağına oturtan öğretmenleri de mi bu görüntüsüne takılmadılar? Vallahi fotoğrafta Nimet Çubukçu'nun suratında bile o kadar makyaj yok.

Böyle Türkiye Güzeli edasıyla poz vereceğine, bizim çocukluğumuzun iki yandan toplanan "Küçük Kız" modeliyle topladığı saçlarını, ne bileyim, çilekli tokalarla falan tutturuverip, simsiyah bir elbise yerine sevimli, renkli bir elbise giyseydi daha "anaokulu öğrencisi" olmaz mıydı?

Kız çocuklarının süslenmeye olan merakını sürekli etrafımdaki kız annelerinden duyuyorum. Çoğu "Hayatımda pembe giymedim, bizimki pembeyi üstünden çıkarmıyor!" diye dert yanıyor. Varsın, pembe giysin. Yeter ki "çocuk" görünsün. "Küçülmüş" bir kadın gibi değil.

13 Haziran 2009 Cumartesi

Doğal Bir Doğum İçin Korkuyu Salıverme Egzersizleri

Jale Dural'ın Hamileler Kulübü'ndeki gebelerle geçen haftaki buluşmamızda gebelerden biri doğum yapmayı planladığı hastaneyi gezerken görevlilerin şöyle bir yorumda bulunduğunu söyledi: "Normal doğumu tabii ki destekliyoruz, ama şunu da göz önünde bulundurmanız lazım ki ancak sınırlı sayıda doğum odamız var. Odaların tümünün (normal doğum yapan annelerle) dolu olması halinde sizi sezaryene almamız gerekebilir."

Pes!

Sezaryenle doğum oranının yüzde 80 olduğu Türkiye'de gebelerin hepsi aynı anda doğurmaya kalkacak; onların hepsi aynı hastaneye gidecek, hepsi vajinal doğum yapmak isteyecek ve odaların hepsi dolu olacak; böylece sonradan gelen gebelere yer kalmayacak.

"Nasıl yapar bu gebeciklerin aklına azıcık şüphe düşürürüz de onları sezaryene kaydırırız" planının sinsice dile getirilişi bu.

Olağanüstü durumlarda sezaryen olması gerekliliğine kimse bir şey demiyor. Çok şükür tıp ilerledi de gerekli olduğunda anne ve bebeğin sağlığı tehlikeye girmeden müdahale edilebiliyor.

Ama "doğum odası kalmaması" gibi boş bir mazeret yüzünden sezaryen gerekmesi, ne diyeyim, saçmanın da ötesi!


Doğal doğumun önündeki en büyük engeller işte bu ve bunun gibi ipe sapa gelmez sebeplerle yayılan korkular.

Bunların dışında, hamileliğin ve doğumun bir bilinmeyen olmasından kaynaklanan ve üzerine gidilince üstesinden gelinebilecek türden korkular da var.

Her anne adayı hamileliği sırasında şu ya da bu sebeple benzer korkular yaşadığı için doğuma hazırlık derslerinde üzerinde durulan -ya da durulması gereken- konulardan biri de işte bu korkular oluyor.

Biz de HypnoBirthing derslerimiz sırasında bu konuda egzersizler yapmıştık. "Korkuyu salıverme egzersizleri" olarak adlandırılan bu çalışmaların çok faydasını görmüştük.

Korkuyu Salıverme Egzersizi nasıl yapılır?

Anne adayı rahatsız edilmeyeceği bir ortamda oturup doğal doğum yapabilmesinin önünde engel olarak gördüğü tüm detayları bir bir kâğıda döker.

Daha sonra bunların her birini 1'den 5'e kadar, 1 en az korktuğu, 5 en çok korktuğu olacak şekilde derecelendirir.

Baba adayı da aynı işlemi yapar.

Daha sonra anne ve baba adayı bir araya gelerek bu korkularını birlikte gözden geçirir, üstesinden gelmek için ne yapmaları gerektiğini konuşurlar. Kendilerinin çözüm bulamadığı, ya da kendilerini aşan konuları varsa doğum koçlarıyla ve doktorlarıyla paylaşarak destek isterler.

Örneğin benim en büyük korkularımdan biri annemin doğuma yetişemeyecek olmasıydı. Bebeğin erken doğma gibi bir riski olmadığı için annemin Amerika'ya gelişini beklenen doğum tarihinden 2 hafta önceye ayarlamıştık. Deniz anneannesinin gelmesini beklemeyi tercih etti ve annem geldikten bir hafta sonra aramıza katıldı.

Bir başka korkum tabii ki doğal doğum yapamama endişesiydi. Bebeğin çok büyük olacağı, erken doğmaya kalkışacağı, bir sebeple sezaryen gerekeceği, epizyo uygulanması gerekeceği, hastane personelinin doğal doğum konusunda beni desteklemeyeceği gibi sanırım doğal doğum yapmak isteyen tüm anne adaylarının hissettiği korkularım da vardı.

Jale'nin gebeleriyle konuşurken hepsi beni destekleyen bir doktorum olduğu için şanslı olduğumu, Türkiye'de bunun çok daha zor olduğunu dile getirdiler. Haklılar. Maalesef Türkiye'de çok az doktor doğal doğumu destekliyor. Onlar desteklese de "doğum odası kalmayabilir" deme cesaretini bulabilen kendini bilmez hastane personeli gebeciklerin kafasını karıştırıyor.

Amerika'da oldukça yaygınlaşan, Türkiye'de ise yeni yeni duyulan doğum koçu (doula) kavramı sanırım işte bu sebeplerle yakın zamanda daha çok itibar görmeye başlayacak. Hastanede, gebenin "tarafında" yer alan, onun haklarını gözetecek, tıbbi müdahale yapılmak istendiğinde gerçekten gerekli olup olmadığını, yoksa sadece doğumu hızlandırmak için mi uygulandığını sorgulayacak bir kişinin faydalı varlığı yadsınamayacak gibi görünüyor.

12 Haziran 2009 Cuma

Küçük Aslancık olmaz olsun... mu?

Bir insanın çocukluğunda kendi anne-babasından gördüğü (ya da görmediği) davranışlar, yaklaşımlar onun nasıl bir anne ya da baba olacağını şekillendiriyor.

Uzmanların dediklerine göre bugünün ebeveynleri kendi ebeveynlerinin yanlış davranışlarından ders alarak aynı hataları kendi çocuklarıyla tekrarlamamaya çalışıyorlar.

(Maalesef bunun bir de ters boyutu var: Aile içinde horlanmış, aşağılanmış, sözlü, fiziksel ya da cinsel tacize uğramış olanlar aynı davranışları kendi çocuklarına da yansıtabiliyorlar ki çok üzücü sonuçlara yol açabiliyor.)

Tabii ki ideal olan kendi ebeveynlerimizin olumsuz, yanlış bulduğumuz davranışlarından ders alıp bunları kendimizin daha iyi anne-babalar olmamız yönünde kullanmamız.

İşte benim alacağım derslerden biri Deniz'e Bir Küçücük Aslancık Varmış şarkısını söylememek.

Elimde yeterince güç olsa, o şarkının sözlerinin basılmış olduğu bütün kitapları toplatıp yaktırır, varsa CD'leri toplatıp hepsini kuş kaçıran olarak panjurlardan sarkıtırım ki dünya yüzeyinde bir masum çocuk daha bu şarkının sözlerini duymasın.

Bir küçücük aslancık varmış
Kırlarda ko-ko-koşar oynarmış
Babası onu çok çok severmiş
Sen benim ca-ca-canımsın dermiş

Buraya kadar iyi, güzel.

Aslan baba harpte vurulmuş
Küçük aslan da köyden kovulmuş

Pardon?! Harp nedir? Aslan baba neden vurulmuş? E hadi vurulmuş da, küçük aslancık köyden neden kovulmuş? Köy halkı neden onu sahipleneceği yerde yetim kalmış bir yavruyu kapı dışarı etmiş?

Bugün anneme hangi akla hizmet bize bu şarkıyı söylediğini sorduğumda verdiği ilk cevap "Ne bileyim canım, bize de söylerlerdi" oluyor. Sonra da "Hem nasıl olsa şiddeti bir yerlerde görüp öğreniyorsunuz. Bak ben daha bugün sokağın ortasında ezilmiş bir kedi gördüm mesela, Deniz de onu görebilirdi" diyor.

Evet, doğru... Dünya gerçekten çok korkunç, hayat çok acımasız olabiliyor. Ama bu mesajı çocuk şarkılarında vermek şart mı?

Deniz'e hayattaki şiddeti, üzüntüleri, olumsuzlukları nasıl anlatacağımız konusunda belirli bir politika geliştirebilmiş değiliz henüz. Belki de fazla kurcalıyoruz, bilmem ki...

Annem bize küçükken hep Disney çizgi filmleri seyrettirirdi. O sıralar vidyocular yaygındı. Uygun olduğunu düşündüğü filmleri banta çektirir, önümüze koyardı. Çocukluğumuz 101 Dalmaçyalı, Bambi, Uyuyan Güzel seyretmekle geçti. Hepsinde de şiddet, üzüntü bir miktarda var. Hepsinden de çok keyif aldık. Bugün ben de kız kardeşim de hayvanları çok seviyorsak, kardeşim sokakta gördüğü her hayvanı şu yaşında eve getiriyorsa bu filmlerdeki "sevgi" unsuru yüzündendir.

Ama bugün bile Bambi denince aklıma anne geyiğin ölümü gelir, hüzünlenirim. (Hain avcı!) Belki de annemin dediği gibi hayatın gerçekleri bunlar, nasıl olsa bir şekilde karşımıza çıkacak. Neden kaçıralım ki çocuklardan?

Şimdiye kadar Deniz'in şiddet, üzüntü içeren yayınlara erişimini hep kısıtladık. Evde doğru dürüst televizyon zaten biz de seyretmiyoruz. Deniz'in seyrettikleri de hep bizim seçtiğimiz, onun yaşına uygun programlar. Yanlış mı yapıyoruz? Haberleri mi seyrettirmek lazım çocuğa? "Bak evladım, 11 yaşında bir kız çocuğu annesini öldürmüş. Geçenlerde kan davası yüzünden köyde 40 kişiyi taradılar. İşte dünya böyle bir yer" mi demek lazım?

Tabii ki hayır. Tabii ki her şeyde olduğu gibi ortasını bulmak lazım. Ama bunun böyle "lazım olduğu" kolay olduğu anlamına gelmiyor.

Annelik, babalık öğrenilen bir süreç. Test ederek, yeri geldiğinde doğru zannettiğin, ya da sorgulamayı aklına getirmediğin alışılmışları yıkarak öğrenilen bir süreç. "Anne doğulmaz, olunur" diyorlar ya... Çok doğru. Bunu tecrübe edebildiğim için çok şanslı sayıyorum kendimi.

10 Haziran 2009 Çarşamba

Nunu'nun Blogu

Evlenme hazırlıkları sırasında 'erkek tarafından' birileriyle karşılaştığımda ne zaman yemek yapma konusu açılsa "Vallahi işin çok zor Gelin!" derlerdi. Nitekim Doğan'ın annesinin, yani kayınvalidemin, 'süper' yemek yaptığına dair bir namı vardı.

Kendisi İstanbul'da üniversite öğrencisiyken annesinin içli köfteden lahmacuna, yaprak sarmasından çikolatalı pastaya kadar her türlü yemeği hazırlayıp Adana'dan kargoyla düzenli olarak göndermesine alışmış olan bir adamın evlendikten sonra karısından da aynı tür muameleyi bekleyeceğini düşünenler yanıldılar. İki sebepten: 1. Gerçekten 'süper' yemek yapan kayınvalidemle yarışmam mümkün değil, zaten öyle bir iddia her baba yiğidin harcı değil. 2. Doğan'ın hiçbir zaman "Bana şöyle kralından bir içli köfte yap be kadın!" gibi bir beklentisi olmadı.

Deniz'in 'Nunu'su geçtiğimiz senelerde birçok önemli yemek yarışmasına katıldı; katılmakla kalmadı, çoğunda da ödül aldı. Önde gelen yemek dergilerinde çıktı, yemeklerini paylaştı. Ve şimdi geç bile kalmış bir adım daha atarak blogunu başlattı.

http://www.nursendogan.com/ adresli sitede Nunu bir yandan günlük pişirdiği yemeklerin tariflerini -fotoğraflarıyla birlikte- paylaşırken, bir yandan da ustası olduğu, kimsenin eline su dökemeyeceği bulgur yemeklerini sergiliyor.

Evine habersiz de gitseniz en az 4 çeşit yemek, 3 çeşit tatlı hazır bulunan ve yemeklerin sadece çeşidini değil sunumundaki şıklığı da şaşkınlıkla karşılayıp "Ay, Nursen Hanım, ne zahmet ettiniz?" diye kibarlık yapan insancıkları "Bunda ne var canım? Dünyanın en kolay işi!" diyerek alçak gönüllülükle cevaplayan Nunu'nun blogunda hafif dondurmalardan ıspanak salatasına, analı-kızlıdan biberiyeli tavuk ızgaraya kadar birçok lezzet pratik tariflerle yer almaya başladı.

Sağdan soldan alacağı "siparişlerle" yakında sitenin içeriği iyice zenginleşecek. Ben patlıcanlı kiş siparişimi verdim bile.

Yaşasın Nunu'nun blogu!

9 Haziran 2009 Salı

Babalar Günü için Alternatif Hediyeler

Önümüzdeki Pazar Babalar Günü...

Her ne kadar henüz Anneler Günü kadar sömürülmese de (bkz: Pırlanta Olmazsa Olmaz!) yine de etraf "Babanıza kol düğmesi alın" ya da "Son model cep telefonsuz baba olur mu?" türünden mesajlardan geçilmiyor.

Geçen ay hazırladığım Anneler Günü için Alternatif Hediyeler listesinin Babalar Günü'nde de uygun olacağını düşünüyorum.

Babalarına kravat, gömlek, vs. gibi klişeleşmiş objelerin dışında bir hediye almak isterken başkalarını da sevindirmeyi düşünenlere duyurulur.

8 Haziran 2009 Pazartesi

Azmin Zaferi - Tuvalet Eğitimi Üzerine III

Eminim bu başlığı okuyup da "Vay be! Demek hallettiler tuvalet işini!" diye düşünenler olacak. Hatta bu düşünenler arasında Deniz yaşlarında çocukları olan anneler varsa için için kıskanacaklar bile belki...

Kıskançlığa, hasede gerek yok.

Nitekim başlıkta belirttiğim azim benim değil, Deniz'in azmi...

10 gün boyunca, tuvalet eğitimine fiziksel olarak hazır olduğunu kanıtladığı halde henüz bezden vazgeçmek istemediğini nihayet çok açıkça belirten, okuldaki öğretmeninin "Burada hiç problem yok. Biz 'Çişin var mı' diye sorunca var diyor, ya da kendisi gelip söylüyor" demesine rağmen anne ve babasına bırakın bir kere bile "çişim geldi" demeyi, biz sorunca "Hayır!!!" deyip bir dakika sonra ortalığı baraj gölüne çeviren 2 buçuk yaşındaki oğlumun inadı...
-o-
Sen bilirsin Denizciğim. Haklısın. Şu koca dünyada, hükmedebildiğin şeylerin sayısının minik elinin parmakları kadar bile etmediği bu hayatta senin kontrolünde olan, tamamıyla sana ait olan bir şey varsa o da bağırsaklarını ne zaman nereye boşaltacağın.

Sen ne zaman istersen o zaman olsun canım oğlum.

Anlaşılan bu yaz da plajlarda resimdeki gibi boy göstereceksin.
-o-
Kıssadan hisse: Daha önce yaptığım araştırmalar sonucunda vardığım bulgulardan "Anne istediği kadar hazır olsun, çocuk istemezse bu iş olmaz" maddesinin kanıtıdır son 10 günde yaşadıklarımız. Denedik, olmadı. "Terrible Two's" gibi önüne sunulan her alternatife "Hayır!" dediği bir döneminde çocuğa hayatının bugüne kadarki en büyük değişikliğini yaptırmaya çalışmak belki de baştan yanlıştı. Diğer annelerin kulağına küpe olsun. Öncelikle çocuğun İS-TE-ME-Sİ lazım. Yoksa elinize fazladan stresten başka bir şey geçmiyor.

7 Haziran 2009 Pazar

Yüzyılın İcadı: Doğum Planı

Geçtiğimiz Cumartesi günü Pilates Cadısı Jale Dural'ın Hamileler Kulübü'ndeki gebelerle buluştuk. Ben "Doğal doğumun güzelliği ve benim tecrübem konusunda konuşmaya her zaman hazırım!" diye ortaya dökülünce sevgili Jale de "Öyleyse gel de bizim gebelere anlat bakalım" dedi, ben de heyecanla gittim.

Ve "Türkiye'de doğal doğum konusunda önemli işler yapan insanların" ve bu insanların yol gösterdikleri gebelerin zorlu bir yolda olduklarını tekrar anladım.

Birçok gebe, doktorunun ona doğal doğum konusunda destek olması bir kenara, sezaryen ya da müdahaleli doğumu teşvik edebileceğini düşünüyor ve doğum sırasında hastane personeli tarafından o şekilde yönlendirilmeye çalışacağından çekiniyor. Ve isteklerini nasıl anlatacağını bilemiyor.

Aynı endişeleri ben de hamileliğim sırasında yaşadığımdan HypnoBirthing dersleri sırasında gösterilen "Doğum Planı"nı kurtarıcım olarak görmüştüm. Doktorum HypnoBirthing'i bizzat bize önerdiği için aslında çok da endişelenmeme gerek yoktu; ancak "tercihler listesi" olarak da adlandırılabilecek bu dokümanı hazırlamış olmak beni çok rahatlatmıştı.

O yüzden kendi doğum planımın Türkçeleştirilmiş halini burada paylaşmayı uygun görüyorum.

Çok önemli birkaç notum var:

1. Aşağıdaki doğum planının Amerika'da gerçekleşmiş olan bir doğum için hazırlandığı unutulmamalı. Türkiye'deki uygulamaların nasıl olduğunu bilmiyorum, ancak oradakinden farklılık gösterdiğinden eminim. Örneğin orada -en azından benim hastanemde- hastaneye gittiğimiz andan, taburcu olana kadar aynı odadaydık. Sancıları da aynı odada yaşadım, doğumu da aynı odada gerçekleştirdim, iki gece boyunca da aynı odada yatıp kalktık. Türkiye'de sanırım ayrı bir doğum odası var. Ayrıca Türkiye'de doğum sırasında birden fazla refakatçinin olmasına sıcak bakmadıklarını duydum. Oysa orada annemin katılımı hiç problem olmadı. Bir başka uygulama: bebeği doğduktan kısa bir süre sonra 'nursery' denilen bebek bakım odasına götürüp muayenelerini yapıyorlar. Yaklaşık 3-4 saat boyunca orada kalan bebek gerekli muayene ve testlerden geçtikten sonra -bir problem çıkmazsa- anne-babasının kaldığı odaya geri veriliyor.

2. Aşağıdaki liste tamamıyla kendi bebeğimin doğumu için düzenlediğim, hamileliğim boyunca aldığım eğitim ve yaptığım araştırmalar sonucunda hazırladığım bir dokümandır. Örnek olması açısından paylaşıyorum; ancak mutlaka herkesin tercihleri, doğumun koşulları farklı olacaktır. Dolayısıyla herkese uyması beklenmemelidir.

3. Sağlıklı bir hamilelik ve doğal doğumu yaşayabilmenin ilk şartının koşulsuz güvenebileceğiniz bir doktor olduğuna inanıyorum. Ben her kadar doğal doğumu tercih ettiysem de, bende gerçekten tıbbi bir gereklilik olmadığı takdirde hiçbir müdahalede bulunmayacağı güvenini yaratmış olan doktoruma yüzde yüz güvenmekteydim. Doktorum herhangi bir sebeple -sezaryen de dahil olmak üzere- müdahale yapması gerektiğini söylediği anda sorgulamadan kabul edecektim.

Aşağıdaki listenin bu notlar ışığında değerlendirilmesi uygun olur.
------------------------------------------------------------------------------------
Bebeğimin Doğumu ve Sonrasındaki Tercihlerim

Tıbbi bir gereklilik olmadığı sürece bebeğimi doğal yollarla dünyaya getirmeyi tercih ediyorum. Doktorumuzun tavsiyesi üzerine hamileliğim süresince eşimle birlikte HypnoBirthing dersleri aldık. Doğum sırasında ve hemen ardında uygulanmasını istediğim tercihlerimi aşağıda belirtiyorum. Ben ve eşim aşağıdaki tercihlerimizin beklenmedik durumlarda yerine getirilmesinin mümkün olamayabileceğini anlıyor, ancak en huzurlu ve doğal bir doğum tecrübesi yaşamamıza yardımcı olacağınıza inanıyoruz.

1. Aldığımız HypnoBirthing eğitimi sonucunda eşimin doğum esnasındaki koçum olacağını belirtmek istiyor, bize gerekli desteği vermesi açısından annemin de doğum odasında yanımda olmasını istiyorum.
2. Doğum sırasında sadece gerekli personelin odada bulunmasını rica ediyor, orada olması şart olmayan hiçbir görevlinin katılmamasını arzu ediyorum.
3. Sakin ve huzurlu bir ortam yaratmak için odamda kısık sesli, rahatlatıcı müzik dinlemeyi planlıyorum. İstediğimde mümkünse odadaki ışıkları kısabilmek istiyorum.
4. Doğum sürecini başlatmak ya da hızlandırmak adına amniyotik kesenin patlatılması ya da suni sancı verilmesi gibi yöntemlere sıcak bakmıyorum.
5. Hareket edebilme özgürlüğümün kasılmalarla başa çıkmam açısından önem taşıdığına inanıyorum. Bu nedenle kasılmalar sırasında arzu ettiğim gibi pozisyon değiştirebilmeyi istiyorum.
6. Bebeğimin monitörle takip edilmesinin gerekmesi halinde monitöre sürekli bağlı kalmak yerine ara sıra bağlanmayı tercih ediyorum.
7. Doğum esnasında gerekli sıvı alımını serum takılması yerine su içerek yapmayı tercih ediyorum. Serumun gerekmesi halinde hareket edebilmem açısından yatağa bağlı kalmadan kateter takılmasını talep ediyorum.
8. Doğum sırasında alabileceğim ağrı kesiciler hakkında yeterince bilgi sahibiyim ve ihtiyacım olması halinde talep edeceğim. Ben istemeden teklif edilmemesini rica ediyorum.
9. Bebeğimin sağlığı açısından muhakkak gerekmediği sürece epizyo olmayı tercih etmiyorum.
10. Bebeği itme safhasının anne tarafından, doktorun telkinleriyle yönlendirilmesi gerektiğine inanıyor, açılma tamamlanmış olsa bile -bebeğim için bir tehlike söz konusu değilse- itme hissim gelene kadar beklemek istiyorum.
11. Bebeğimin doğar doğmaz kucağıma verilmesini istiyor, birlikte ilk dokunuşlarımızı yaşayabilmemiz açısından mümkünse bebeğimin ilk tıbbi muayenesinin karnımın üzerinde yapılmasını istiyorum.
12. Bebeğimizin göbek bağını eşimin kesmesini istiyor; bağ kesilmeden önce oradaki kan dolaşımının bitmiş olmasını tercih ediyoruz.
13. Doğumun hemen ertesinde bebeğimize tıbbi müdahale gerekmesi halinde eşimin de onun yanında olmasını istiyoruz.
14. Bebeğimizin gözüne sürülecek olan antibiyotik merhemin hemen değil, bebek bakım odasına götürüldüğünde uygulanmasını tercih ediyoruz.
15. Bebeğime yalnızca anne sütü vermeyi planlıyor ve doğar doğmaz emzirmeyi istiyorum.
16. Tıbbi bir gereksinim olmaması halinde bebeğime bakım odasındayken biberonla herhangi bir sıvı (mama, şekerli su ve sade su da dahil olmak üzere) verilmesini istemiyorum.
17. Bebeğimizin bakım odasında olduğu geçici süre boyunca emzik verilmesini istemiyoruz.

6 Haziran 2009 Cumartesi

Havla Tavla: Köpekler için çöpçatanlık sitesi

Deniz Efendi ailemizdeki saltanatını kurmadan önce köpeklerimiz Paphia (fotoğrafta, sağda) ve Polit (solda) evin sahipleriydi. Her şey onların etrafında döner, planlar onlara göre yapılırdı.

25 Kasım 2006'da bu değişti.

Polit'imiz başına gelecekleri tahmin etmiş ve "Ben öyle şeye gelemem" diye düşünmüş olmalı ki Deniz aramıza katılmadan hemen önce o ayrılmayı tercih etti. (Bugün bu kadar rahat bahsedebilsem de, Polit'i kaybetmemiz bizim için büyük travmaydı.) Paphia (okunuşu: Pafya) ise bugün 13 yaşını aşmış bir hanımefendi olarak, Deniz'in -çok şükür ki- gün geçtikçe azalan tacizlerine maruz bir şekilde hayatını sürdürmekte...

Polit'in 1993'te aramıza katılması ve ardından 1996'da Paphia'yı doğurmasıyla başlayan köpek maceramız boyunca iki kere 'torun' gördük. Tabii ki her ikisinde de 'kızlarımıza' yakışacak adaylar bulmamız çok önemliydi.

İki köpeğimiz de o dönemde çok da yaygın olmayan İngiliz Cocker Spaniel cinsiydi. Şu sıralarda oldukça popüler olan Golden Retriever trendi o yıllarda Cocker Spaniel'dan yana idi; ancak İngiliz cinsi pek bulunmuyor, genelde etrafta Amerikan Cocker cinsine rastlanıyordu.

Biz de uygun damat adayı bulmak için oldukça uğraştık. Polit için durum çok zor olmadı, çünkü o sıralar Mersin'de yaşıyorduk ve küçük yerde laf çabuk yayıldığı için istediğimiz damat adayını kolayca bulduk. Ancak Paphia'ya sıra geldiğinde durum daha farklıydı. Israrla peşimizden koşan Amerikan Cocker sahiplerini kibar, ama biraz da kibirli bir şekilde geri çevirdik. Veterinere haber vermeler, sağa sola duyurmalar, ondan bundan haber almalarla geçen bir süreç sonucunda aradığımız damat adayını tesadüfen yolda bulduk, daha doğrusu o bizi buldu.

Geçenlerde bir dergide gördüğüm ve sonra da bizzat girip araştırdığım Havla Tavla sitesi işte köpeğini çiftleştirmek isteyenlerin bu "münasip bir eş bulma" sürecini kolaylaştırmayı amaçlıyor.
Siteye önce üye oluyorsunuz; sonra köpeğinizin profilini yaratıyor, cinsini ve yaşı gibi demografik özellikleriyle birlikte fiyakalı bir resmini giriyor, 'Tavla Beni' kısmına da müstakbel eşinin bilmesini istediği özelliklerini onun dilinden yazıyorsunuz. Havla Tavla'cılar (Kim olduklarını anlayamadım, çünkü web sitesinde Hakkımızda ya da Biz Kimiz, Neciyiz gibi bir bölüme rastlamadım) köpeğinize en uygun eşi bulup, bir ay içerisinde sizi bilgilendiriyorlar.

Paphia için böyle şeyler çoktan geçti. (Zaten bir kere anneliği tattırdıktan sonra her iki köpeğimizi de kısırlaştırmıştık). O yüzden pratik olarak sitenin nasıl çalıştığını test etmek için sebebim yok. Ama belli ki birileri uğraşmış. Ve çok matrak bir fikir ortaya çıkmış.

5 Haziran 2009 Cuma

İki İleri, Bir Geri - Tuvalet Eğitimi Üzerine II

Tuvalet eğitimine başladığımızı ilan ettiğim ve bu konuda yaptığım araştırmanın bulgularını paylaştığım yazının üzerinden neredeyse bir hafta geçti. Yer yer umutlanma ve başarı hissi, ama çoğunlukla hayal kırıklığı ve şaşkınlık ile dolu bir hafta...

Bol çamaşır yıkamalı, oyuncakçıdaki kutulara bakarken "Bunlar neden ıslak ki?" diye sorduğumda "Oğlunuz çiş yaptı hanımefendi" cevabını aldığım zamanki gibi kızarmalı, parkta Deniz'in ayakkabısını bağlayan büyükbabasının gömleğini "ıslattığı" için gülmeli, zaten oğlumun peşinden koşturan babaanneye bir de çamaşır temizlettiğim için suçlu hissetmeli bir hafta...

Arasıra "A-aaa, ne derdim vardı yahu?! Ne güzel yaptığında temizliyordum" diye düşündüğümü inkar etsem yalan söylemiş olurum. 15 dakika da bir 'Çişin var mı oğlum, kaka yapalım mı çocuğum?' diye sormaktan fenalık geldi. Üstüne bir de 'Hayır' cevabı aldıktan bir buçuk dakika sonra temizlik yapmak zorunda kalmak çok sinir bozucu oluyor. "Madem yapacaktın, sorduğumda neden söylemedin be hey oğlan?!" demek istiyorum, ama "Ceza yok, ödül var" prensibi yüzünden tabii ki içime atıyorum.

Ama sanırım ilerleme de kaydediyoruz. Gündüz uykusuna yatarken bez bağlamayı istemediği gibi uyandığında kuru kalkıyor. Bunun en azından fiziksel olarak hazır olduğunu göstermesi açısından önemli olduğunu öğrendim. Boşa kürek çekmiyoruz yani. Gideceğimiz yere varacağız, ama ne zaman?

Nedense ben daha kolay olacağını düşünmüştüm. Altını açarım, bir iki ıslatır, sonra ondan rahatsız olup nereye yapması gerektiğini bilir, gelince de bana söyler diye kurgulamıştım. Saf bir yaklaşımmış. Kedi mi bu, hemen öğrensin?!

Çıkartmalara, ödüllere devam. Migros'ta tesadüfen bulduğum miniminnacık arabalar kurtarıcımız oluyor. Ama onlar bile tek başına yetmiyor işte...

Sabırlı olmak, beklemek lazım. E, benim gibi üç hafta erken doğmuş birine yapılacak şey mi bu?!

Anne-Baba Adayları! Doğal Doğum Kursunu Kaçırmayın!

Artık Türkiye'de de doğal doğum konusunda önemli işler yapan insanlar var demiştim ya... İşte onlardan Dr. Hakan Çoker ve Pilates Cadısı Jale Dural 13-14 Haziran'da İstanbul Kozyatağı'nda anne-baba adayları için bir doğal doğum kursu düzenleyecek. Kursla ilgili detaylar Dr. Çoker'in doğal doğum sayfasında ve Jale'nin Hamileler Kulübü'nde var.

İçeriğinden anlaşıldığı kadarıyla doğal doğum hakkında bilgi sahibi öğrenmek isteyen anne-baba adaylarının kaçırmaması gereken bir kurs olacak.

Bu arada, Dr. Çoker'in yahoo'daki Doğal Doğum grubuna her gün, hem de Türkiye'nin değişik yerinden yeni anne adayları katılıp "Ben de doğal doğumla ilgileniyorum, ama çok da korkuyorum. Bana yardımcı olabilir misiniz?" diye soruyor. Gruptaki tecrübeli anneler de "Hoş geldin" deyip doğum hikâyelerini paylaşıyor, doğal doğumun güzelliğini anlatıyor. Hiçbir dergi, kitap bu işi yaşamış olan bir kadının paylaşımından daha değerli olamaz. Okumak tabii ki çok önemli, ama eğer yolun başında bir anne (ya da baba!) adayıysanız mutlaka, MUTLAKA bu gruba katılın. Eminim çok şey öğreneceksiniz.

4 Haziran 2009 Perşembe

Deniz'in İngilizce Kitapları

Deniz'in kitaplığındaki İngilizce kitaplar... Kolay takip edilebilmesi açısından listeyi güncelledikçe yenileri en üste koyuyorum.

Türkçe kitaplar için burayı tıklayın.
------------------------------------------------------------------------------------
Excuse Me (A Little Book of Manners) - Gerek çizimini, gerek seçtiği konuları, gerekse anlatımlarını çok sevimli bulduğum Karen Katz'ın bizdeki birçok kitabından biri... Guatemala'dan bir kız çocuğu evlat edindikten sonra çocuklara yönelik kitap yazma işine girişen Katz, genellikle "Lift-the-Flap" denilen 'Kulağı kaldır' türünden kitaplar üzerinde çalışıyor. Türkiye'de Karen Katz'ın kitaplarına rastlayıp rastlamadığımın pek farkında değilim açıkçası.

Bu kitabında çocuğa biri ona şeker verdiğinde teşekkür etmesi gerektiğini, ya da kardeşinin oyuncağını kırdığında özür dilemesi gerektiğini çok basit ama yine kendine özgü çizimlerle anlatıyor.
------------------------------------------------------------------------------------
Goodnight Moon - Doğan'ın "Deniz'in kitapları arasında favorim" olarak tanımladığı, Margaret Wise Brown'un 1947'de yazdığı Goodnight Moon, küçük bir tavşancığın yatmadan önceki odadaki her şeye "İyi Geceler" deyişini anlatıyor: Telefona, ortalıkta oynaşan kedilere, çamaşırlıkta kuruyan çoraplara, ve tabii ki Ay Dede'ye. Gerçekten insana huzur veren bir akışı var kitabın. O kadar çok küçük detayla uğraşılmış ki ilustrasyon sırasında, her okuyuşunuzda yeni bir şey keşfediyorsunuz. Saat ilerliyor, fare her sayfada başka bir şey yapıyor, ay giderek yükseliyor, ve en 'gerçekçi' tarafı: hava kararıyor. O hissi nasıl vermişler bilmiyorum, ama kitabın sonuna geldiğinizde hava kararmış, ışıklar kapanmış, ay yükselmiş, yıldızlar parlamaya başlamış oluyor.

Bu kitaba da İstanbul'daki büyük kitabevlerinde rastladım. Yine orijinal fiyatının üstünde de olsa almaya mutlaka değer olduğunu düşünüyorum.
------------------------------------------------------------------------------------
I Love You Stinky Face - Deniz'in kitapları arasında benim favorim ise bu. Büyük ihtimalle hikâye anne-oğul üzerine kurulduğu için... Bu sevimli kitapta da uyku vakti çoktan gelmiş bir oğlan çocuğu, onu yatırmak üzere olan annesinin onu ne kadar sevdiğini ölçmeye çalışıyor. "Çok kötü kokan bir kokarca da olsam," ya da "Bataklıkla yaşayan, her tarafından kokulu yosunlar sarkan bir yaratık da olsam yine beni sever miydin?" gibi abuk, ama o yaştaki çocuğun hayal gücünü mükemmel yansıtan sorular soruyor annesine. Anne de her seferinde "Evet, yavrum, tek gözlü bir dev olsaydın da o tek gözün kapanana kadar sana ninni söyler, seni uyuturdum" diye cevap veriyor oğluna.

Anlatırken bile gözlerim doldu. İyisi mi ben gidip içeride uyuyan oğlumu bir öpeyim...
------------------------------------------------------------------------------------
The Very Hungry Caterpillar - Deniz'e hamileyken aldığım ilk kitaplardan biri... Amerikalı çocuk kitapları yazarı Eric Carle'ın, basıldığı 1969 yılından beri 29 milyon adet satan ve 47 dile çevrilen (Türkçe bu dillerden biri değil!) unutulmaz klasiği... Bu basit görünüşlü, sevimli kitapta her şey var: Doğa sevgisi, sayı sayma, haftanın günleri, 'yeşil' sebzeleri yemenin faydaları... Üstündeki meyvelerin sayısına göre giderek genişleyen sayfalardaki tırtılın "yediği" delikler tam Deniz boyundaki veletlerin parmaklarına göre. 2,5 senedir bıkıp usanmadan okuyoruz, herhalde bir 25 sene daha okuyabiliriz. Her çocuğun kitaplığında mutlaka olması gereken bir kitap. Artık Türkiye'deki önde gelen kitapçılarda da (D&R, Remzi Kitabevi, ve şimdi İstanbul Mohini'deki Tırtıl Kids) normal fiyatının en az bir buçuk katına olsa da bulunabiliyor. Kesinlikle değer...

Deniz'in Türkçe Kitapları

Deniz'in kitaplığındaki Türkçe kitaplar... Kolay takip edilebilmesi açısından listeyi güncelledikçe yenileri en üste koyuyorum.

İngilizce kitaplar için burayı tıklayın.
------------------------------------------------------------------------------------
Annie'nin Tek Kişilik Görevi - Deniz'in tutkunu olduğu ve Vivaldi, Beethoven, Mozart bestecilerin isimleri ve önde gelen bestelerini ezberlemesine sebep olan Disney'in Küçük Einsteinlar çizgisinin kitaplaştırılmış hali. Anlatımı çizgi filmdeki gibi interaktif olduğu için "Sen hangi şekilleri görüyorsun?" ya da "Kollarını çapraz yapıp omuzlarına hafifçe vurabilir misin?" gibi sorular hazırlamışlar, okuması eğlenceli oluyor. Yanlız anlamadığım bir şey: Kitabın ortasına kadar anlatım üçüncü şahsın ağzından yapılmasına rağmen kitabın ortasında "Annie'yle baloncuklar yapmaya karar verdik" gibi bir cümle var. Biraz kafa karıştırıcı ve saçma, ama neyse...

Bu kitapla birlikte Yaşasın! İlkbahar Geldi! ve Çayırın Müziği kitaplarını da yayınlamış Doğan Egmont. D&R'da bir tek bu vardı, bulunca onları da alacağız.

Not: Disney'in Küçük Einsteinları hafta içi her gün sabah 7 buçuk ve 9'da Disney Channel'da (Digiturk 67)
------------------------------------------------------------------------------------
Atakan Geceyi Anneannesiyle Geçiriyor - Bu kitabı aldığımda 3-7 yaş erkek çocukları için özelllikle hazırlandığını bilmiyordum. Bununla beraber Atakan Marangoz Ustası Oluyor'u da aldım. Deniz her ikisinde de kendinden birşeyler bulduğu için severek okuyoruz. Atakan'ın da bir Mumu'su ve yanından ayrılmayan bir köpeği olması daha da yakın geliyor Deniz'e.

Her iki Atakan kitabını da biz bağımsız bir kitabevinden 3,75 TL'ye aldık ama D&R'larda 3,50'ye satılıyor.
------------------------------------------------------------------------------------
Üç Küçük Domuzcuk - Bu kitap bizim kütüphanemizde olmasa da paylaşmak istedim. Remzi Kitabevi bu masalla birlikte Kırmızı Başlıklı Kız, Sihirli Fasulye ve şu anda hatırlayamadım bir klasik çocuk masalını daha Dokun ve Hisset kitabına dönüştürmüş, çok da iyi bir iş yapmış. Daha çok 1-3 yaş çocuklarına uygun olan bu tür kitaplar artık Deniz'in ilgisini çekmemeye başladığı için 10 TL vermek açıkçası pek cazip gelmedi, ama Deniz daha küçük olsaydı en az bir tanesini mutlaka edinirdim.
------------------------------------------------------------------------------------
Diş Hekiminde - TÜBİTAK'ın Erken Çocukluk Kitaplığı kapsamında yayınladığı "İlk Deneyimler" serisinin kitaplarından biri. Her ne kadar hitap ettiği kesim 3-6 yaş da olsa Deniz çok severek okuyor. Yabancı dilden uyarlanan kitabın hem çizimleri çok güzel, hem de dili çok akıcı. Çevirisi de oldukça başarılı, çok rahat okunuyor. Bir tek anne-babaya Meltem Hanım/Serdar Bey şeklinde hitap edilmiş olması nedense aklıma yatmadı, ama alternatif ne diye soracak olursanız cevabım olmayacak. Remzi Kitabevi'nden 2,5 TL'ye aldığımız kitap internette de satılıyor ama ben şahsen kütüphane yerine geçen kitapçı ziyaretlerini çok faydalı bulduğum için çocukların kitap alışverişini mümkün olduğunca internetten yapma taraftarı değilim.
------------------------------------------------------------------------------------

3 Haziran 2009 Çarşamba

Basında Blogcu Anne (!)

Parents dergisinin Haziran sayısı doğal doğum konusunu işliyor. Benim de Türkiye'de doğal doğum denince akla gelen isim olarak bahsettiğim Dr. Hakan Çoker'den yola çıkarak hazırladıkları dosyada aynı zamanda bebeklerini doğal doğumla dünyaya getiren annelerin doğum hikâyelerine de yer veriyorlar.

Bilin bakalım bu annelerden biri kim?!..

Dr. Çoker'in geçtiğimiz ayki HypnoBirthing konferansında paylaşması için hazırladığım yazı Parents'ın doğal doğumu işledikleri sayıya denk gelince yayınlamak istediler, ben de tabii ki çok sevindim. Sonuçta ne kadar çok anne/anne adayı güzel doğum hikâyelerini öğrenirse o kadar iyi. Doğal doğumu erişilmez olmaktan, ancak kahraman ya da marjinal kadınlara özgü bir olay olmaktan çıkarmak zaten amaç...

Her ne kadar blog adresime de yer vermelerini özellikle rica ettiysem ve onlar da "Sizin istediğiniz gibi yazarız" demelerine rağmen yayınlamadılarsa, ve yaşadığım şehri Miami olarak belirttilerse de (Yaklaşık 2,5 sene oldu Miami'den ayrılalı) dergide çıktım mı? Çıktım. Dergi bir basın kanalı mıdır? Öyledir. Öyleyse benim bu post'a Basında Blogcu Anne diye başlık atmama kim ne diyebilir?!

Gönül isterdi ki daha uzun, daha detaylı olsun Parents'taki dosya. Dr. Çoker'in web sitesinin adresini görebilmek için büyüteç gerekmesin. Yine Dr. Çoker'in ilgilenen herkesin katılabileceği Doğal Doğum yahoo grubunun adresi de verilsin. Jale Dural'ın Hamileler Kulübü'yle yaptığı harikalardan bahsedilsin. Açık Radyo'daki haftalık Doğum Günü programında her hafta doğal doğumun işlendiği söylensin, isteyenlerin dinlemesine imkân tanınsın.

Ama tabii ki onca reklam ve 'advertorial'ın arasında ancak o kadar yer kalıyor. Yukarıda bahsettiklerim de zaten burada var: Yeni Gebeler İçin Doğal Doğum Rehberi

Doğal doğum konusunun önde gelen anne-çocuk dergilerinden birinde işlenmiş olması cesaret verici bir gelişme. Devamının gelmesi dileğiyle...

2 Haziran 2009 Salı

Çocuğun arabadaki yeri oto koltuğudur!

[Zaman zaman Türkiye'yi kurtarmak gibi bir misyonum varmış havasına bürünüyorum ya... Bu yazı da o misyon doğrultusunda yazılıyor.]

Türkiye'de yaşıyor olmakla ilgili söylendiğim, dert yandığım konuların arasında birinci sırayı kapalı alanlarla sigara içilmesi alıyorsa, ikinci sırada da çocukların trafikte arabaların içine gelişigüzel oturtulması var. Gerçekten hayretler içinde kalıyorum bazen: İstanbul gibi gelişmiş (!) bir şehirde, iyi model bir arabanın içinde, düzgün giyimli anne-baba kılıklı insanlar ve arka koltukta koşturan bir çocuk... Ya da ön koltukta, annesinin kucağına oturttuğu bir bebek.

Nice eğitimli insanlar tanıyorum, "Canım, şuradan şuraya!" deyip de çocuklarını arabada oto koltuksuz oturtan. Daha geçen hafta markete gittiğimde gördüm: Alışverişini yapan anne elindeki paketleri arka koltuğa, Deniz'den biraz büyük (belki 4 yaşlarındaki) kızını ön koltuğa, üstelik emniyet kemersiz yerleştirdi. (Hoş, o boydaki çocuğa emniyet kemerini taksa ne olur, takmasa ne olur.) Kendisi muhtemelen çok yakın mesafede yaşıyordur, oto koltuğuna oturtmakla niye uğraşsındır. Ama, terslik bu ya, milyonda bir bile olsa ufak bir darbede bile hava yastığının açılma ihtimalini, ya da kendisi yolunda giderken kırmızı ışıkta geçen bir başka sürücünün çocuğun oturduğu taraftan hızla çarpma olasılığını göz önüne getirmemektedir.

Çok değil, daha birkaç ay önce araba bakarken, Japon devi, güvenliği ve dayanıklılığıyla nam salmış Honda'nın yetkili satıcılarından birinde ön yolcu hava yastığının "arzu edilirse kapatılabilmesi" özelliğini çok matah bir olaymış gibi anlatmıştı satış görevlisi. Sormak istedim: Sizce ön koltukta neden hava yastığı var? Arka koltuktan daha az güvenli olduğu için olabilir mi acaba?!

Bu insancıklar bilmiyorlar ki işte tam da bu "Bir şey olmaz" yaklaşımı yüzünden çocukların zarar gördükleri kazaların büyük çoğunluğu evin çok yakınlarında oluyor.

Amerika'da yeni doğan bebekler araba koltuğu olmadan hastaneden salıverilmezken, bütün itfaiyelerde bu işi ilk kez yapan anne-babaların oto koltuklarını doğru takıp takmadıkları ücretsiz olarak kontrol edilirken Türkiye'de neden hala çocuklar eşya gibi taşınıyor?

Neden böyledir, böyle olmaması için ne yapmalıdır, bu konuda bir kanun yok mudur diye araştırırken çok güzel bir yazı buldum: Çocuk Oto Koltukları.

Meğer çocukların arabada seyahat sırasında oto koltuklarında oturmaları zorunluluğu bir kanuna bağlanmış. Ama ne yazık ki 1 Haziran 2010'da, yani daha bir sene sonra uygulanmaya başlayacak, ne kadar uygulanacaksa artık.

Yazıda diğer çarpıcı gerçeklere de yer verilmiş. Türkiye'de, seyahat anında arabada bulunan çocukların yüzde 80'inin korunmadığı gibi... Yine Türkiye'de trafik kazalarında yaralanan ya da hayatını kaybedenlerin yüzde 30'unun 14 yaşın altındaki çocuklar olduğu gibi... Ve bence en korkuncu: Gelişmiş ülkelerde meydana gelen trafik kazalarında, kazaya karışan çocukların ölüm oranı yüzde 3’ken bu oranın Türkiye'de yüzde 46'ya kadar çıktığı gibi...

Anne-babaların bu konuda kendilerini eğitmeleri için daha kaç rakam ortaya dökülmeli?

--
Kaynak: Çocuk Oto Koltukları

Deniz'in Kitaplığı

Deniz'i kucağıma koyup kitap okumaya başladığımda henüz üç aylıktı. Konuşmaya başladığında ikinci kelimesi 'pitap' oldu (ilki neydi diye merak edenler için: Karga idi).

Kitap okumak Deniz'le günlük rutinimizin vazgeçilmezi. Giderek büyüyen bir kitaplığımız var evde. İngilizceyi pekiştirmek istediğimiz için ağırlıklı olarak İngilizce kitaplardan oluşan koleksiyonumuza son zamanlarda her iki dile de hâkim olmaya başladığı için, ve kitap okumanın sadece İngilizce ile sınırlı olmadığını anlaması için Türkçe kitaplar da eklemeye başladık.

Deniz'le birlikte okuduğumuz kitapları, yorumlarımızla birlikte, bundan böyle burada paylaşacağım.


1 Haziran 2009 Pazartesi

"Yeni Gebe"ler için Doğal Doğum Rehberi

Bir aydan biraz fazla bir süre önce "Yar, bana yapacak bir iş!" diye yola çıkıp bu blogu tutmaya başladığımda ne konuda yazacağımı bilmiyordum. "İçimi dökeyim de, ne olursa olsun" diye başladım; ortaya bu karalamalar çıktı.

Paylaşmak istediğim ilk konulardan biri tabii ki hayatımın en önemli olayı olan oğlumun doğumuydu. Deniz'i dünyaya getirirken tercih ettiğim HypnoBirthing yöntemini acaba Türkiye'de bilen var mıdır diye bir internet araştırması yaptım. O linke tıkla, buna mesaj at derken, bir ay sonra bırak bilmeyi, bu konuda konferans veren doktorlardan, Doğal Doğum Bilincini yaymaya çalışan "pilates cadıları"na, doğal doğum üzerine radyo programı yapan eğitmenlerden, senelerini bu işe adamış ebelere kadar birçok insanın Türkiye'de doğal doğum hakkında farkındalık yaratmak için uğraştığını -ve önemli yol kat ettiğini- öğrendim.
-o-
Kız kardeşimin yakın arkadaşlarından biri ilk bebeğini bekliyor. Kardeşim "Ablam dellendi. Darallar geldi, yazar pozlarına girdi, habire bir şeyler yazıyor. Gir bak, belki işine yarar" deyip arkadaşını Blogcu Anne'ye yönlendirmiş. Kızcağız da girip okumuş. Sadece okumakla kalmamış, bir de yorum yazmış:

"Yazdıkların beni gerçekten çok yüreklendirdi ve hatta ağlattı diyebilirim. Tabi şu andaki hormonlarım da buna çok müsait :) Süper bir iş yapmışsın, gerçekten çok faydalandım. En ufak bir karın ağrısında düşüp bayılan biri olarak yıllardır normal doğum yapabileceğim fikrini düşünmemiştim. Yazılarını okuduktan sonra bu fikre kendimi çok daha yakın hissediyorum. Umarım önümüzdeki aylarda bu fikri uygulama cesareti de bulabilirim. Kendi adıma çok teşekkür ederim."

Ne mutlu bana! Benim paylaşımlarım bir kişiye bile ilham kaynağı olacaksa inanılmaz haz duyacağım bu işten!

Gerek bu sevgili arkadaşım için, gerekse "Doğal doğum hakkında daha çok şey öğrenmek istiyorum. Ama nereden başlayacağımı bilmiyorum" diyen yeni gebeler için aşağıdaki kaynakları listelemeyi uygun buldum. Çünkü Türkiye'de birçok gebe ya doğal doğumu ancak azizelerin yaptığı bir iş olduğunu sandığı için aklına bile getirmiyor, ya da nasıl olsa sezaryen yapmak zorunda kalacağını düşündüğü için konunun üzerine eğilme ihtiyacı hissetmiyor.

[Önemli Not 1: Tabii ki gerekli tıbbi müdahalenin önemini ve hayat kurtarıcılığını hiç kimse yadsıyamaz. Benim sürekli vermeye çalıştığım mesaj tüm şartlar normal olduğunda, anne ve bebeğin sağlığı konusunda hiç bir tereddüt olmadığında doğumun doğal sürecine bırakılması gerektiği.]

[Önemli Not 2: Aşağıdaki kişiler ve web siteleri benim son bir ay içinde önce tesadüfen, sonra da artan bir hızla keşfettiğim, Türkiye'de doğal doğum konusunda önemli çalışmalar yapan isimlerden oluşuyor. Hiçbiri ile organik bir bağım yok.]

- Doğal Doğum ve Dr. Hakan Çoker - Türkiye'deki doğal doğum hareketinin başını çekenler arasında Dr. Çoker geliyor. HypnoBirthing ve Lamaze yöntemleri üzerine sertifika sahibi olan Dr. Çoker aynı zamanda Doğal Doğuma Destek ve Hazırlık yahoo grubunun da kurucusu. Yeni gebelerin bu gruba katılmalarını şiddetle tavsiye ediyorum. Doğal doğum yapan annelerin anlattıkları doğum hikayelerini mutlaka çok cesaret verici bulacaksınız.

Dr. Çoker'in Doğal Doğum web sitesinde de konu üzerine çok güzel makaleleri var.

- Hamileler Klübü ve Jale Dural - Kendini "Pilates Cadısı" olarak da nitelendiren Jale Dural sanıyorum Türkiye'de hamile pilatesi denilince akla gelen ilk isim. Hamileler Klübü adlı portalında da benim gibi deneyimlerini paylaşan annelerden psikiyatristlere, doğum koçlarından eğitim uzmanlarına kadar geniş bir yelpazede insanların paylaşımlarına yer vererek çok çeşitli bilgilerin bir arada bulunmasını sağlıyor. Doğal Doğum Bilinci olarak adlandırdığı hareketin öncülüğünü yapan Dural aynı zamanda Hakan Çoker ile birlikte doğal doğum seminerleri de düzenliyor. Anne adaylarının favori web siteleri listesine mutlaka eklemeleri gereken bir adres Hamileler Kulübü.

- Doğum Günü Programı - Perşembe öğleden sonraları saat 14:00’te 94.9 Açık Radyo'da yayınlanan bu programda doğal doğum başta olmak üzere hamilelik, doğuma hazırlık ve annelik konuları ele alınıyor.

Programın yapımcıları Başak Kutlu Atay ve Nur Sakallı, biri Boğaziçi işletmeden mezun olmuş, diğeri Bilkent Turizm'i bitirdikten sonra 13 senelik profesyonel geçmişe sahip olan, ancak daha sonra doğal doğum konusunda önde gelen insanların yanında kendilerini geliştirip konu üzerinde uzmanlaşan iki eğitmen. Beşincisi geride kalan programı ben ilk kez geçen hafta dinledim, ama Deniz'in uyku saatine denk geldiği için bundan böyle hiçbir Perşembe kaçırmayacağım!

- Hamile Okulu ve Ebe Asude Oflaz - Bir aydır farkında olduğum doğal doğum hareketi bünyesinde ismini sürekli duyduğum Asude Oflaz Ebe'nin liderliğinde, doğum öncesi, doğum, doğum koçluğu ve doğum sonrası anne-bebek bakımı hizmetleri veren bir grup Hamile Okulu. "Doğum, kadının bilgeliğidir" mesajını veren web sitesinin şirin bir tarafı da Ana Sayfa'yı "Anne Sayfa" olarak nitelemesi...
-o-
Sonuç olarak, her ne kadar sezaryen ve müdahaleli doğumlar Türkiye'de yaygın olsa da, doğal doğuma ilgi ve merak duyan anne adaylarına yol gösterecek, sorularına ışık tutacak insanlar var artık. "Doğal doğum hakkında daha çok öğrenmek istiyorum" diyen gebeler için yukarıdaki mini listenin bir başlangıç noktası olacağını umuyorum.

31 Mayıs 2009 Pazar

Kötü Kokular, Karışık Hisler - Tuvalet Eğitimi Üzerine

Sonunda biz de başladık. "Hele bir yaz gelsin de, o zaman düşünürüz" dediğimiz tuvalet eğitimi işine okuldaki öğretmenimizin "Önümüzdeki hafta başlıyoruz, ona göre" şeklindeki yönlendirmesi ile biz de girdik. Birkaç gündür maaile 15-20 dakikada bir tuvalete taşınıyor, denk getirirsek sevinç çığlıkları atıyor, ama çoğunlukla "kaza eseri" evin bilumum köşelerinde temizlik yapmak zorunda kalınca bunun yarattığı hayal kırıklığını Deniz'e belli etmemeye çalışarak "olur böyle vakalar" şeklinde geçiştirmeye çalışıyoruz.

Gün içindeki gidişata göre bir "Yok, bu böyle olmayacak, henüz hazır değil galiba" diye umutsuzluğa kapılıyor, bir "Oldu bu iş!" diye seviniyoruz. Histerik durumdayız!

Çocuk büyütmenin yer yer çok karışık ve öğrenilen bir süreç olduğuna inandığım için hamile kaldığımdan beri bu konularda hep okudum, hala da okuyorum. Tuvalet eğitimi konusunda yaptığım "çalışmanın" bulgularını burada paylaşmak istiyorum; nitekim okul öncesi çocukların annelerini ilgilendiren konuların başında geliyor.

1. İnternet: Deniz'e hamile kaldığım 2006'nın Mart ayından beri Baby Center sitesinin günlük hitlerinin ciddi bir bölümünün bana ait olduğu konusunda oldukça iddialıyım. Tuvalet eğitimi konusunda da yöneldiğim ilk adres burası oldu. "Potty Training" diye arama yapınca uzmanlar tarafından kaleme alınmış yığınla makale çıkıyor karşınıza.

AÇEV'in 7 Çok Geç sitesinde de pratik bilgiler var.

2. Kitap: Bebek bakımı konusunda yazılmış tonla kitap var ama bir noktadan sonra hepsi birbirinin tekrarı gibi geliyor bana. Kafamı da karıştırıyor onlarca kitap. Ben Deniz doğduğundan beri en güvenilir kaynak olarak Amerikan Pediatri Derneği'nin Caring For Your Baby and Young Child kitabını benimsedim. Yenidoğan bebeğin bakımından 5 yaşındaki çocuğun ruhsal gelişimine kadar tüm konular basit ama bilgilendirici bir şekilde işlenmiş. Türkiye'de bulunabiliyor mu emin değilim ama edinmeye mutlaka değeceğini düşünüyorum.

3. Anneler: Bu yoldan geçmiş annelerden daha iyi kaynak olur mu? Bu işe girişmeden önce de civarımdaki bu işi kotarmış annelere danışıp durdum. Etraftaki annelere mutlaka sorulmalı. Baby Center'in Community sayfalarında konuşan annelerin de bu konuda neler yaptıkları, neler yazdıkları da okunmalı; başkalarının tecrübelerini öğrenmek çok yardımcı oluyor.

Şu ana kadar benim vardığım sonuçlar şu oldu:

Anne sabaha kadar "Ben hazırım" desin, çocuk hazır olmadıkça elden bir şey gelmez. Deniz hazır mı? Sanırım onu anlamak için böyle bir girişimde bulunduk. Çok direnirse yapacak bir şey yok, geri adım atacağız.

Ödül sistemi önem taşıyor. Çocuk hâlihazırda bezine yapmaktan mutlu. Oyunun ortasında kalk tuvalete taşın, çiş/kaka yap, popo sil, elini yıka, ucunda bir şey yoksa niye uğraşsın ki?! Anne arkadaşlarımın tavsiyesi üzerine biz de Deniz'e bir çizelge hazırladık. Her başarılı girişimden sonra kutucuklara küçük çıkartmalar yapıştırıyoruz. Pandalar, ördekler, timsahlar... Çiş yoksa çıkartma da yok. Hele kaka yaparsa hepimiz yaptığımız işi bırakıp çılgınca seviniyor, sonra da odasının duvarına "Kocaman" çıkartmalar yapıştırıyoruz.

Kaka olayını dün ilk kez becerdiğinde hem çok sevindi, hem de çok şaşırdı bizimki. Önce dikkatlice bakıp "bu büyüüük, bu daha büyüüük, bu da en büyük!" diye nitelendirdi lazımlıktakileri. Pek bir hoşuna gidince de bir kaç kere daha denedi. Ama bu hevesi sürekli sürecek mi, yoksa genelde duyduğum gibi "o benim, tuvalete yar etmem!" diye sahiplenip paylaşmaktan çekinecek mi, hep birlikte göreceğiz.

En azından ilk günler evde vakit geçirilmeli. Hele de havaların güzelleştiği, sağda solda çocukla gidilecek bir sürü yer, yapılacak bir sürü şeyin olduğu şu günlerde eve hapsolmak zor olsa da dışarıda 15 dakikada bir tuvalete taşınmak çok zor. En iyisi evde kalıp, kitaptı, boyaydı, oyundu derken bu işe konsantre olmak.

Henüz bu konuda çok yeniyiz. Daha bir hafta bile olmadı. Ne kadar sürecek, nasıl şekillenecek, merakla bekliyorum. Deneyimlerimi, öğrendiklerimi ben de burada paylaşacağım, diğer annelere yardımcı olabilmek için.

30 Mayıs 2009 Cumartesi

TNT Ekspres Kitap Toplama Kampanyası

Uluslararası kargo şirketi TNT Ekspres son 10 yıldır her yıl Mart ayının son haftasına denk gelen Kütüphaneler Haftası'ndan başlayarak Eylül'ün ilk haftasındaki İlköğretim Haftası'na kadar bir kitap toplama kampanyası yürütüyormuş.

Kitap bağışlamak isteyenler TNT'nin 444 0 868 numaralı telefonlarını arıyorlarmış; TNT Türkiye kuryeleri de gelip kitapları ücretsiz teslim alıyorlarmış.

TNT'nin, Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği'nin Zeytinburnu Şubesi ile birlikte yürüttüğü kampanya boyunca geçtiğimiz 9 yılda toplanan 3,5 milyon kitap 1,073 okula dağıtılmış. Ne güzel!

Kampanya kapsamında Milli Eğitim Bakanlığı’nın öngördüğü yayınlar ile gençlik klasikleri, çocuk klasikleri, üniversite ve Anadolu liseleri hazırlık kitapları, çocuk hikâyeleri, psikoloji kitapları, çocuk romanları ve öğretmen eğitim kitapları toplanacakmış.

Bakın bakalım kütüphanenize, bağışlayabileceğiniz kitaplarınız var mı? "Yok, ben kitabımdan vazgeçemem" diyorsanız -vardır öyle takıntısı olanlar- gidin bir kitabevine; alın birkaç tane klasik, bir-iki hazırlık kitabı; arayın 444 0 868'i; kapınızdan gelip alsınlar. Ben öyle yapacağım.

Kampanyayla ilgili detaylı bilgi TNT'nin sayfasında var. Tanıtım broşürü de aşağıda...


28 Mayıs 2009 Perşembe

Doğal doğum dersleri işe yaramıyormuş!

İsveç'te yapılan, yaklaşık 1,000 anne adayının katıldığı bir araştırmaya göre doğal doğum kurslarında verilen rahatlama ve nefes egzersizleri doğum sırasında epidural alımını azaltmıyormuş.

Anne adaylarını iki gruba bölmüşler: 1. Doğum sancılarıyla doğal yollardan başa çıkmaya çalışanlar ve 2. Ağrı kesici kullanmayı tercih edenler.

İki grubun da yarısından biraz fazlası epidurali tercih etmiş.

İki grup arasında epidural alanların oranı açısından fark olmadığı gibi vajinal doğum-acil sezaryen oranı arasında da fark yokmuşmuş.

Bu araştırmayı yapanların vardığı sonuç, gevşeme tekniklerinin öğretildiği derslerin epidurale ihtiyaç duyan anne sayısını azaltmadığı ve doğum sürecini kolaylaştırmadığı imiş.

Yok ya?!

Her kim bu araştırmayı yaptıysa, daha doğrusu yaptırdıysa, İsveç'in dışındaki annelere de danışmaları gerekli. Mesela bana. Çünkü ben tam da bu sebeple -doğal doğum derslerine katıldığım için- doğal doğum yapabildim. Yani benim durumumda rahatlama ve nefes alma egzersizleri epidural alımını gayet de azalttı. Ve benim gibi bir sürü anne olduğundan da eminim.

Doktoruma doğal doğum yapacağımı söylediğimde desteklemiş ancak hazırlanmam gerektiğini söylemişti. Ciddi bir ağrı ile karşılaşacağım için ilaç almak istemem durumunda hayal kırıklığına uğrayacağımı ve moralimin de çok bozulacağını eklemişti.

Onun tavsiyesi üzerine HypnoBirthing derslerine katıldım. İyi ki de yapmışım. Çünkü:
  • Derslerde öğretilen teknikler sayesinde ne zaman nasıl nefes almam gerektiğini öğrendim.

  • Ağrının doğumun doğal bir parçası olduğunu, sancılardan korkmayı değil, tam tersi bebeğimin gelişinin habercisi olduğu için onları heyecanla beklemeyi öğrendim.

  • Vücudumun bebeğimi doğurmak için gerekli donanıma sahip olduğunu, bebeğin ya da benim can güvenliğimiz açısından gerekmedikçe her türlü tıbbi müdahaleyi reddetme hakkım olduğunu öğrendim.

  • Normal doğumla ilgili anlatılan korkunç doğum hikâyelerini kulak ardı etmeyi, pozitif düşünmeyi, bu işi "başarmak" için gerekli cesaretin her kadında olduğu gibi benim de içimde olduğunu öğrendim.

Ve sonuç olarak, ders almasaydım hem ne ile karşılaşacağımı bilmediğim, hem de tam pes etmeye çalıştığım noktada aslında bebeğimi kucağıma almak üzere olduğumu bilmediğim için mutlaka epidural isteyecekken, sadece ve sadece kendimi eğittiğim için buna gerek duymadım.

Doğal doğum derslerine katılmış biri olarak derslerden edindiğim bilinçle epidural almamayı tercih ettiğim için bu İsveç kökenli araştırmanın vardığı sonucu çürütmüş oluyorum: Doğal doğum kurslarında verilen rahatlama ve nefes egzersizleri doğum sırasında epidural alımını pekâlâ da azaltıyordur efendim. En azından bir tane azaltmıştır -- bkz: ben.

---

Anneler, birleşin!

Birisi gelip de "Ey Blogcu Anne, annelikle ilgili tavsiyelerin nelerdir?" diye sorsa ilk cevabım "Tez elden bir oyun grubu bulunmalı, yoksa da oluşturulmalı" olur.

Ancak bahsettiğim Gymboree gibi, Playtime gibi ücret karşılığında gidilen oyun grupları değil. Onların da faydaları tabii ki var; ki biz de Deniz'le gitmiştik.

Ama ben gayet mütevazı bir şekilde, evde annelerin bir araya gelmesiyle oluşturulan 'ev işi' ve 'ev içi' oyun gruplarından bahsediyorum.

Neden?

İnsan çocuğu olduktan sonra gündemi tamamen değişiyor. Birkaç ay öncesine kadar su pompası ile göğüs pompası arasındaki farkı bilmezken bir anda hangi mama gaz yapmıyor, hangi bebek monitörü cızırtı yapıyor, hangi marka puset daha hafif gibi konular üzerinde uzman oluyorsunuz. Hele de benim gibi yakın arkadaş grubunuzda sizden başka anne olan yoksa bu tip konuları konuşabileceğiniz bir anne grubu hayati önem taşıyor.

Nasıl?

Genelde aynı yaşlarda olan çocukların uyku saatlerine göre belirlenecek bir saatte, iki saati aşmayacak şekilde, önceden düzenlenmiş bir sırayla her hafta başka bir annenin evinde toplanıyorsunuz. Çocuklar için meyve, süt, elinizden geliyorsa poğaça-kek, anneler için çay-kahve hazırlayıp masanın üstüne koyuyorsunuz. Varsa kırılacak eşyalarınızı kenara kaldırıp, ne kadar oyuncak varsa ortaya çıkarıyorsunuz.

Çocuklar ve anneler belirlenen saatte geliyorlar. Çocuklar ilk kez gördükleri, ya da kendilerinde olsa bile başka bir ortamda kıymetli görünen oyuncaklarla uzunca bir süre oyalanıyorlar. Siz de bir yandan çayınızı yudumlarken bir yandan da sizinle aynı dertlerden muzdarip annelere içinizi döküyorsunuz.

Nereden başlamalı?
  • Hamile grupları: Artık hamileyken yoga dersinde, pilates kursunda, orada burada tanışan annelerin çoğu arkadaşlıklarını bebekler doğduktan sonra da devam ettiriyor.

  • Internet: Yahoo groups'ta İstanbul Anneleri'nden tutun da Boşanmış Annelere, Marmaris Anneleri'nden Brüksel'den Dönen Anneler'e kadar sürüsüyle grup var. Keza Google groups öyle. Facebook'ta da benzeri gruplaşmalar var. Yoksa bile yaratın canım!

  • Anne-çocuk dergileri: Geçen ay markette tam 7 tane anne-çocuk dergisi saydım (bu dergilerle ilgili analiz yazımı daha sonra yazacağım). Her ne kadar bazıları reklamdan ibaret olsa da okur mektuplarına geniş yer ayıranlar da var. Okur köşesine oyun grubu arayışında olduğunuzu yazarsanız belki iyilik edip yayınlayabilirler. Sizinle aynı arayışta olan okur anneler de sizinle iletişime geçebilir.

  • Anneyiz.biz-Hamileyiz.biz internet grupları - Bunu tavsiye edip etmemek konusunda emin değilim çünkü Anneyiz.Biz'in yahoo grubuna üç gün önce yaptığım başvuru hala beklemede. Ya benden gıcık kaptılar ya da birileri bu çağda "e-maillere 24 saat içinde cevap verilmeli" kuralından habersiz. Yine de Anneyiz.Biz e-mail grubunun 4,000 civarında üyesi varmış gibi görünüyordu. Ne kadarı aktif bilmiyorum ama bir şeyler çıkabilir (gruba alınmanız halinde tabi!)

  • İlan panoları: Bazı spor merkezlerinde, Macro, Migros gibi zincir marketlerin bazılarında ilan panoları oluyor. Özel Ders Verilir ilanları arasında yer bulabilirseniz siz de Oyun Grubu ilanınızı asabilirsiniz. Bazı okullar da panolarında bu tür ticari arayışı olmayan ilanlara yer vermenize izin veriyor.

  • Blogcu Anne: Bu mesajı bir "Bütün anneler, birleşin!" çağrısı olarak algılayıp "Ben de oyun grubu kurmak istiyorum!" şeklindeki yorumlarınızı yazarsanız bakarsınız cevap yazan çıkar.

Çalışmayan, evden çalışan, çalışma saatleri esnek olup diğer annelerle tanışmak isteyen anneler için gerçekten çok güzel bir ortam oyun grubu. Hem çocuğunuz kendi yaşıtlarıyla oynayıp paylaşmayı öğreniyor (bu yaştaki çocuk ne kadar paylaşırsa artık!), hem de anneler yemek yedirmenin zorluğundan tuvalet eğitimine, ikinciyi yapıp yapmamaktan özel okulların pahalılığına kadar ancak annelerin anlayacağı konularda sohbet ediyor.

Hele de aynı frekansta olduğunuz insanlara denk gelirseniz "toplanalım da çocuklar oynasın" işin bahanesi oluyor. Bir bakıyorsunuz çocuklar bir kenarda oyuncakları çekiştirirken siz annelerle bir "kızlar gecesi" ayarlama telaşındasınız.

Her annenin bir oyun grubu olmalı. Budur benim annelere tavsiyem.

25 Mayıs 2009 Pazartesi

Seren Serengil

"Anne olunca anladım" derler ya, işte öyle...

Anne olmadan önce Seren Serengil'in tekrarlı düşük yaptığı, en son hamileliğinde de bebeğini kaybettiği haberini duysam üzülürdüm. Ama gün içinde unutur giderdim.

Anne olduktan sonra ise sabah uyandığımda böyle bir haber almış olmak bütün bir gün kimyamı etkileyebiliyor. Sürekli bir sıkıntıyla geziyorum.

Yanlış hatırlamıyorsam Seren Serengil'in ilk hamileliği benim de hamile olduğum ya da yeni doğum yaptığım dönemlere denk gelmişti. Karnında 9 aylık bebeğini kaybettiğini duyduğumda içim sıkışmıştı. Neler hissettiğini tahmin etmeye çalıştığımda bile gözlerim doluyordu.

Bugünkü gazetede en son hamileliğinde 5,5 aylıkken acil sezaryenle alınan, 4 gün sonra da ölen bebeğini anlatmış.

Eve bebeksiz dönmesine rağmen, vücudunun nasıl onu anneliğe hazırladığından, göğüslerinin şiştiğinden, sütünün geldiğinden bahsetmiş.

Ne kadar korkunç... Ne zor olmalı bir yandan acını unutmak isterken sana vücudunun sürekli hatırlatması.

Ne kadar zor bazı şeylerin tek ilacının zaman olması. Bazı duyguları tatmadan, zorlukları yaşamadan iyileşememek, iyi hissedememek... Ve sonrasında iyileşsen bile hiç bir zaman eski 'sen' olamamak...

Resmen kadıncağızı gidip bulup şöyle bir sıkı sarılmak istedim.

Umarım bir an önce iyi olur.

24 Mayıs 2009 Pazar

Anneler oğullarıyla neden tartışırmış

Elif [Deniz'i bir an önce arabaya bindirme paniği içerisinde, otoparkta çaresizce oğlunun peşinde koşturmaktadır]: Denizciğim, we're running really late. So, please get in the car and stop fussing, OK?
Deniz [Yılgın ve çaresiz annesiyle uğraşmaya tenezzül etmek istemeyen bir bıkkınlıkla]: OK yaaa, üfff!
Elif: ..!

İki buçuk yaşına henüz yarın basacak olan oğlumun ağzından çıktı bu sözler: "OK yaaa, üfff!"

'Asabının bozuk' olduğu durumlarda 'ağzına ne gelirse' söylüyor bizimki... "OK yaaa, üfff!" gibi... Dialog Türkçe gerçekleşiyorsa "Ama sen KIZ-MA!", ingilizce konuşuyorsak "Don't get UP-SET!" gibi... Zeytin gözlerini devirerek...

Ben de ağzım açık, güleyim mi, ağlayayım mı şaşırıyorum. "Kızma!"ymış! Yok ya?! Kızdırma o zaman!

-o-

Cumhuriyet'in Hafta Sonu ekinde bir çocuk bölümü var. Cumartesileri gazeteyi elime aldığımda okuduğum ilk bölümlerden biri.

Dünkü sayısında "Annelere çocuklarıyla iyi geçinme reçetesi" vardı. Anne-kız ve anne-oğulların ayrı ayrı en çok tartıştıkları konular irdelenmiş.

Anneler oğullarıyla en çok şu konularda çatışıyormuş:
  • Odasının dağınık olması
  • Yemek yememesi
  • Kıyafetlerini kirletmesi ya da ütüsünü bozması
  • Ders çalışmaması
  • Arkadaş seçimi
  • Eve geliş gidişlerinin düzensizliği
  • Bilgisayar başında uzun saatler geçirmek
Bizim "tartıştığımız" konular ise daha çok aşağıdakiler etrafında şekilleniyor:
  • Parkta oynayan çocuğu itmesi
  • 13 yaşındaki köpeğimizin kuyruğunu çekmesi
  • Avazı çıktığı kadar bağırması
  • Yapma dendiğinde yap-i-cam diye diretmesi
Yandığımızın resmidir. Daha üç yaşına varmadan böyle bir liste yaptırıyorsa bana bu velet, 13 yaşına geldiğinde herhalde saçımı başımı yoluyor olurum.

Ama... Eğer, dün geceki gibi, sabaha karşı üçte üstünü örttüğüm için bana uykusunun arasında meleklerinkini andıran bir gülümsemeyle teşekkür ederse bütün sinirimi de unuturum.

---

Kaynak: 23 Mayıs 2009 tarihli Cumhuriyet Gazetesi

21 Mayıs 2009 Perşembe

Güvenli Gıda Tüketimi Üzerine


Elime Sağlık Bakanlığı Bursa Sağlık Müdürlüğü'nün hazırladığı "Sağlıklı Pişirme Yöntemleri" konulu bir broşür geçti. Salata yaparken dikkat edilmesi gereken noktalardan tutun da kaynamış sütün nasıl soğutulacağına kadar önemli bilgiler basit bir dilde ve akılda kalıcı şekilde anlatılmış. PDF olarak hazırlanan broşüre buradan ulaşılabilir: http://www.bsm.gov.tr/gorsel/docs/brs_pisirme.pdf

Broşürü kim hazırlamış diye bakınırken katkıda bulunanlar arasında Gıda Güvenliği Derneği'nin (GGD) olduğunu gördüm. Hemen hafiye gözlüklerimi takıp bu dernek kimdir, nedir, necidir diye araştırmaya giriştim. Ve gördüm ki güvenli beslenme konusunda toplumsal bilinci arttırmak için uğraşan, bu amaçla bilimsel görüş ve raporlar yayınlayan, danışma kurulunda Türkiye'nin dört bir yanındaki üniversitelerin profesörlerinin olduğu bir kurum.

"Ülkemizde gıda güvenliği bilincinin geliştirilmesinde üretimden tüketime yön verici, organize edici, yaygınlaştırıcı faaliyetlerde bulunan lider kurum olmak" vizyonuyla yola çıkan derneğin hazırlık çalışmalarına 2001'de başlanmış. 2004'ten beri faaliyet gösteriyorlar. Geçen sene ilkokul çocuklarına yönelik Gıda Dedektifi projesini başlatmışlar. İlköğretim çağındaki çocukların gıda güvenliği konusunda bilinçlendirilmesi ve farkındalıklarının artırılmasını amaçlayan projenin başlangıcından beri 175 öğrenci gıda güvenliği konusunda eğitim almış. GGD'nin amacı projeyi etap etap geliştirerek tüm Türkiye genelindeki ilköğretim okullarında yaygınlaştırmakmış. Bu ne demek oluyor? Deniz yarın öbür gün okula başladığında gelip bana "Anne, marulları o kadar ince doğrama! Sebze dokuları zedelendiğinde A ve C vitaminleri eksiliyor" dediğinde şaşırmamalıyım.

GGD'nin web sitesinde "Danone çocukları geri zekâlı yapıyor" gibi şehir efsanelerine ve "Margarin üretiminde trans yağ sorunu nasıl çözümlendi?" gibi güncel ve faydalı bilgilere de yer veriliyor. Gönül isterdi ki organik tarım ile ilgili bölüm biraz daha ayrıntılı olsun. Amerika'da yaşadığım süre boyunca özellikle de hamileliğim sırasında gönül rahatlığıyla organik gıda tüketmeme rağmen aynı güveni -belki de sadece önyargı sebebiyle- maalesef henüz Türkiye'de hissedemiyorum.

Birkaç ay önce bir panelde konuşan GGD'nin başkanı da organik adı altında birçok ürünün sağda solda satıldığını, ancak bu ürünlerin organik ürünlerle uzaktan yakından ilişkisi olmadığını belirterek, organik ürün seçiminde, ambalajlı ürün ve ambalaj üzerinde organik logosu ile sertifikası olmasına dikkat edilmesi gerektiğini belirtmiş. Bu, organik logolu ve sertifikalı bütün ürünlerin, daha doğrusu üreticilerin, gerçekten düzenli denetimden geçtiği anlamına mı geliyor, o konuda biraz daha aydınlatılmaya ihtiyacım var.

Her ne kadar genellikle, daha doğrusu buldukça, City Farm'ın organik sebze-meyvelerini alsam da açıkçası her aşamada kim ne kadar denetimini yapıyor, bilemiyorum. Sanırım "Burası Türkiye, burada her şey olur" yargısını aşmam için biraz daha hafiyelik yapmam lazım.