29 Nisan 2009 Çarşamba

Neden blog tutayım?

Neden tutmayayım ki? Asıl soru "bunca zaman aklım neredeydi?" olmalı... 2 senedir onunla bununla kavga etmekten yoruldum, yaşlandım. O taksici bana küfretti-plakasını al; bu adam kaldırıma park etmiş, bebek arabasıyla geçemiyorum-sileceğini kaldır; çocukların gittiği yerlerde sigara içiyorlar-nereye şikayet edebilirim, bunların sonu gelmiyor.

Amerika'dan döndüğümden beri iki hayatı kıyaslayıp duruyorum. Döndüğüme pişman olmayı bırak, burada mutlu olabilmek adına "Nereden kalkıp da elin memleketine gittim; daha iyisini gördüm? Ne güzel burada gül gibi yaşayıp duruyordum" diyorum. Ona laf yetiştir, bununla kavga et... Mutsuz, huysuz bir insan oluyorum. Halbuki gir blogger'a, ver veriştir. Duyan duyar, duymayan duymaz. En azından içimde kalmamış olur.

Buradan kalkıp gittiğimde 23 yaşında, üniversiteden yeni mezun olmuş, yeni evli, pek bir heyecanlı bir gençtim. Yaklaşık 10 sene sonra döndüğümde yurdunu, ailesini çok özlemiş, 2 aylık bebeğiyle sevdiği şehir İstanbul'da yepyeni bir hayata dört gözle bakan bir kadındım. 10 senede çok değiştim. Para kazanmayı, ev geçindirmeyi öğrendim. Sevdiklerini kaybetmenin acısını yaşadım. Anne oldum. "Gurbette yaşamak" neymiş, anladım. Tabii ki 10 senede Türkiye de çok değişti. Buraya dönerken bazı standartlarımın değişeceğini, özellikle bebekle günlük yaşamın Amerika'daki kadar kolay olmayacağını biliyordum. Ama açıkçası bazı konularda bu kadar hayal kırıklığına uğrayacağımı da tahmin etmiyordum.

Sanırım burada yapmaya çalışacağım şey -sıkıntılarımı ifade etmenin de ötesinde- benim gibi sudan çıkmış balık gibi hisseden annelere tecrübelerimi anlatmak, birşeyler paylaşmaya çalışmak olacak.

İstanbul'da sudan çıkmış balık gibi hisseden bir anne olmak için mutlaka yurtdışında 10 sene yaşamış olmak gerekmiyor bence:

  • Çocuğunu devletin kütüphanesinde hikaye okuma saatlerine götürmek istediğinde "Valla bir masalcı teyze var ama, pek istek olmuyor" cevabını alan;
  • Mohini gibi sadece çocuklar için yapılmış bir alışveriş merkezindeki restoranda bile sigara yakıldığını görünce "maalesef, müşterilerimizin yüzde 90'ı içiyor" cevabıyla karşılaşan;
  • "Beyefendi, kaldırıma park ediyorsunuz, sizin yüzünüzden bebek arabasıyla yola inmek zorunda kalıyorum" dediğinde "Peki ben Sarıyer Börekçisi'nin avukatı olarak nereye park edeyim kardeşim, sen de git işine!" diye azar işiten;
  • Bir anne-çocuk dergisine, "Çocuklarla yapılacak şeyler, gidilecek mekanlar" ekine "Lütfen, lütfen sigara içilmeyen restoranları öne çıkarın ki sayısı artsın" diye yazdığında "elektronik postanız elimize geçmiştir" diye otomatik bir cevap bile alamayan;
  • Huzurlu bir pazar akşamı, tam oğluna kitap okumaya başlamak üzereyken İstanbul'un en 'nezih' yerleşim yerlerinden biri olan Kemerburgaz'daki evinin arkasındaki apartmanının garajını düğün salonuna çeviren kalabalığı şikayet edecek merci bulamayan;
  • ...

her anne benim yaşadığım dumuru yaşıyordur, dolayısıyla paylaştıklarımda kendisine ait birşeyler bulacaktır diye düşünüyorum.

Ben sıradışı yetenekleri olan bir insan değilim. Süper yemek yapmam, bir sürü kurabiye tarifi bilmem. Tığı küçükken kardeşimin gözüne sokmak için belki elime almışımdır. Yani bu blog'da 'günün pastası' ya da 'ayın tığ işi' olmayacak. Müzik kulağım iyidir ama piyano derslerimi voleybol sevdasına bıraktım. Kariyer hırsım hiç olmadı, başkalarına yardımım dokunsun diye hep vakıflarda çalıştım. Şu anda yaptığım tek ve en iyi şey anne olmak. Bilinçli, medeni, sevgi dolu, mutlu bir insan yetiştirmeye çalışmak. Bunu yaparken de yaşadıklarımı, yaşamak istediklerimi başka annelerle, sesimi duymak isteyenlerle paylaşmak istiyorum.

İşte bu yüzden blog tutuyorum.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder