12 Haziran 2009 Cuma

Küçük Aslancık olmaz olsun... mu?

Bir insanın çocukluğunda kendi anne-babasından gördüğü (ya da görmediği) davranışlar, yaklaşımlar onun nasıl bir anne ya da baba olacağını şekillendiriyor.

Uzmanların dediklerine göre bugünün ebeveynleri kendi ebeveynlerinin yanlış davranışlarından ders alarak aynı hataları kendi çocuklarıyla tekrarlamamaya çalışıyorlar.

(Maalesef bunun bir de ters boyutu var: Aile içinde horlanmış, aşağılanmış, sözlü, fiziksel ya da cinsel tacize uğramış olanlar aynı davranışları kendi çocuklarına da yansıtabiliyorlar ki çok üzücü sonuçlara yol açabiliyor.)

Tabii ki ideal olan kendi ebeveynlerimizin olumsuz, yanlış bulduğumuz davranışlarından ders alıp bunları kendimizin daha iyi anne-babalar olmamız yönünde kullanmamız.

İşte benim alacağım derslerden biri Deniz'e Bir Küçücük Aslancık Varmış şarkısını söylememek.

Elimde yeterince güç olsa, o şarkının sözlerinin basılmış olduğu bütün kitapları toplatıp yaktırır, varsa CD'leri toplatıp hepsini kuş kaçıran olarak panjurlardan sarkıtırım ki dünya yüzeyinde bir masum çocuk daha bu şarkının sözlerini duymasın.

Bir küçücük aslancık varmış
Kırlarda ko-ko-koşar oynarmış
Babası onu çok çok severmiş
Sen benim ca-ca-canımsın dermiş

Buraya kadar iyi, güzel.

Aslan baba harpte vurulmuş
Küçük aslan da köyden kovulmuş

Pardon?! Harp nedir? Aslan baba neden vurulmuş? E hadi vurulmuş da, küçük aslancık köyden neden kovulmuş? Köy halkı neden onu sahipleneceği yerde yetim kalmış bir yavruyu kapı dışarı etmiş?

Bugün anneme hangi akla hizmet bize bu şarkıyı söylediğini sorduğumda verdiği ilk cevap "Ne bileyim canım, bize de söylerlerdi" oluyor. Sonra da "Hem nasıl olsa şiddeti bir yerlerde görüp öğreniyorsunuz. Bak ben daha bugün sokağın ortasında ezilmiş bir kedi gördüm mesela, Deniz de onu görebilirdi" diyor.

Evet, doğru... Dünya gerçekten çok korkunç, hayat çok acımasız olabiliyor. Ama bu mesajı çocuk şarkılarında vermek şart mı?

Deniz'e hayattaki şiddeti, üzüntüleri, olumsuzlukları nasıl anlatacağımız konusunda belirli bir politika geliştirebilmiş değiliz henüz. Belki de fazla kurcalıyoruz, bilmem ki...

Annem bize küçükken hep Disney çizgi filmleri seyrettirirdi. O sıralar vidyocular yaygındı. Uygun olduğunu düşündüğü filmleri banta çektirir, önümüze koyardı. Çocukluğumuz 101 Dalmaçyalı, Bambi, Uyuyan Güzel seyretmekle geçti. Hepsinde de şiddet, üzüntü bir miktarda var. Hepsinden de çok keyif aldık. Bugün ben de kız kardeşim de hayvanları çok seviyorsak, kardeşim sokakta gördüğü her hayvanı şu yaşında eve getiriyorsa bu filmlerdeki "sevgi" unsuru yüzündendir.

Ama bugün bile Bambi denince aklıma anne geyiğin ölümü gelir, hüzünlenirim. (Hain avcı!) Belki de annemin dediği gibi hayatın gerçekleri bunlar, nasıl olsa bir şekilde karşımıza çıkacak. Neden kaçıralım ki çocuklardan?

Şimdiye kadar Deniz'in şiddet, üzüntü içeren yayınlara erişimini hep kısıtladık. Evde doğru dürüst televizyon zaten biz de seyretmiyoruz. Deniz'in seyrettikleri de hep bizim seçtiğimiz, onun yaşına uygun programlar. Yanlış mı yapıyoruz? Haberleri mi seyrettirmek lazım çocuğa? "Bak evladım, 11 yaşında bir kız çocuğu annesini öldürmüş. Geçenlerde kan davası yüzünden köyde 40 kişiyi taradılar. İşte dünya böyle bir yer" mi demek lazım?

Tabii ki hayır. Tabii ki her şeyde olduğu gibi ortasını bulmak lazım. Ama bunun böyle "lazım olduğu" kolay olduğu anlamına gelmiyor.

Annelik, babalık öğrenilen bir süreç. Test ederek, yeri geldiğinde doğru zannettiğin, ya da sorgulamayı aklına getirmediğin alışılmışları yıkarak öğrenilen bir süreç. "Anne doğulmaz, olunur" diyorlar ya... Çok doğru. Bunu tecrübe edebildiğim için çok şanslı sayıyorum kendimi.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder